Bir ülke var; adına Türkiye dediler. Üzerine hilal çektiler, kan kırmızı bir bulut gibi gezdi gökyüzünde. Ve o bulutun gölgesinde yalnız mezarlar büyüdü.

Toprağı kanla karılmış, haritası yoklukla çizilmişti. Ermeniler, Rumlar, Süryaniler, Kürtler, Pontoslular, Êzîdîler… Her biri bir dağın eteğinden, bir vadinin kıyısından sessizce çekildiler tarihten. Geride yalnızca kafatasları ve tabelalar kaldı: “İstanbul”, “Küçük Asya”, “Kıbrıs”, “Suriye”…

Bir ülke var, içinde bin yılın halkları yaşardı, bir sabah hepsi “yok” oldu. Kimi tehcirde, kimi meçhul mezarlarda, kimi susturuldu, kimi yakıldı… Ve hep birileri “inşa” dedi, “vatan” dedi, bir millet yaratmak uğruna, milletleri yok ettiler.

Bu ülkede “sol” da var dediler bir ara. Ama o “sol”, kendini asker postalıyla tanıttı. “Bağımsızlık” diyordu ama halklardan değil, devletten, kan dökenden yanaydı. Bir avuç yoldaş, cellatla halk arasında kaldığında, çoğu celladın yanında saf tuttu.

Ve şimdi, bu topraklarda bir sessizlik dolaşıyor: Ne Süryanice bir ninni, ne Ermenice bir ağıt… Kürtçeyi bile yutkunarak fısıldıyor insanlar. Solun adı kaldı sadece, kendisi bir resmi geçitte, kırmızı beyaz bayrak taşıyorlar.

Bir ülke var; adına hâlâ Türkiye diyorlar. Ama altında gömülü olanlar, bir tek ismi hatırlıyor: Yok edilen halkların acısını…

Mahmut Uzun https://www.instagram.com/p/DJgkqFVNv0M/